Kan grubunu bilmek, acil bir kan nakli ihtiyacından çok daha fazlasını ifade eden temel bir sağlık bilgisidir. Bu genetik imza, vücudunuzun bağışıklık sisteminin temellerini ve belirli tıbbi durumlara vereceği tepkileri belirler. Özellikle aile kurma yolculuğunda ve doğurganlık süreçlerinde, bu bilgi kritik bir rol oynayabilir. Kendi biyolojik yapınızı anlamak, potansiyel sağlık risklerini yönetmek ve modern üreme tedavilerinde bilinçli kararlar almak için atılacak ilk adımlardan biridir. Bu nedenle kan grubu bilgisi, kişisel sağlık profilinizin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Op. Dr. Ömer Melih Aygün
Kadın Doğum Uzmanı / Kıdemli Kısırlık Uzmanı
Türkiye Sağlık Bakanlığı’ndan sertifikalı infertilite uzmanı. 1997’den beri kadın hastalıkları ve doğum uzmanı. Özel tıpta yirmi yılı aşkın infertilite deneyimine sahip, tecrübeli infertilite uzmanı. 25 yıllık uluslararası iş deneyimi.
Son 9 yılda yaklaşık 15.000’den fazla yumurta toplama işlemi gerçekleştirdi.
İletişim ve problem çözme konusunda güçlü becerilere sahip, kendi kendini yöneten bir profesyonel. Fikir birliği oluşturma ve ekip çalışmasını teşvik etme konusunda iyi kişilerarası becerileri sahip.
Hakkımda İletişimKan grubu sistemi nedir ve nasıl çalışır?
Kan grubumuzu, kan hücrelerimizin (alyuvarlarımızın) yüzeyinde bulunan ve “antijen” adı verilen özel proteinler ve şekerler belirler. Bunu bir anahtar-kilit sistemi veya bir “bayrak” gibi düşünebilirsiniz. Alyuvarlarınızın yüzeyindeki bu antijenler, vücudunuzun bağışıklık sistemi için bir “kimlik kartı” görevi görür. Bağışıklık sisteminiz bu kimlik kartını tanır ve “bu hücre bana ait” der.
En çok bilinen ve klinik olarak en önemli olan sistem ABO sistemidir. Bu sistem, bu bayraklardan ikisine (A ve B) göre belirlenir. Kan plazmamızda ise, bizde bulunmayan bayrağa karşı “antikor” adı verilen savunma proteinleri doğal olarak dolaşır. Bu durum dört ana grubu oluşturur.
- A Grubu
- B Grubu
- AB Grubu
- 0 (Sıfır) Grubu
Bu grupların anlamı şudur: Eğer A grubundaysanız, alyuvarlarınızda A bayrağı vardır ve kanınızda B grubuna saldıran ‘Anti-B’ antikorları dolaşır. Eğer B grubundaysanız, B bayrağınız vardır ve A grubuna saldıran ‘Anti-A’ antikorları dolaşır. Eğer AB grubundaysanız, her iki bayrağa da sahip olduğunuz için antikorunuz yoktur, vücudunuz ikisini de dost bilir. Eğer 0 grubundaysanız (adını “sıfır” antijenden alır), alyuvarlarınızın yüzeyinde bu bayrakların hiçbiri yoktur. Bu nedenle kanınızda hem ‘Anti-A’ hem de ‘Anti-B’ antikorları bulunur:
Bu antikorların bir kısmı (IgM tipi) plasentayı geçemezken, özellikle 0 grubundaki kişilerin ürettiği bazı antikorlar (IgG tipi) plasentayı geçebilir ki bu da gebelikte önem kazanır.
Peki ya ‘pozitif’ veya ‘negatif’ olmamızı belirleyen Rh faktörü nedir?
Kan grubunuzu söylerken (örneğin “A Pozitif” veya “0 Negatif”), bahsettiğiniz ikinci kısım Rh (Rhesus) sistemidir. Bu ABO’dan tamamen ayrı, ikinci bir kimlik sistemidir.
Rh sistemi çok karmaşıktır ve onlarca farklı antijen içerir, ancak bizim için klinik olarak en önemlisi ‘D’ antijeni adı verilen tek bir tanesidir. Tıpkı A ve B gibi, bunu da bir “D bayrağı” olarak düşünebilirsiniz.
Eğer bir kişinin alyuvarlarının yüzeyinde bu ‘D’ antijeni (D bayrağı) varsa, o kişi Rh-pozitif (Rh+) olarak kabul edilir.
Eğer bir kişide bu ‘D’ antijeni yoksa, o kişi Rh-negatif (Rh-) olarak kabul edilir.
ABO sisteminin aksine, Rh-negatif bir kişi, Rh-pozitif kanla karşılaşana kadar ‘Anti-D’ antikorlarını (yani D bayrağına saldıran askerleri) doğal olarak üretmez. Bağışıklık sisteminin bu antikorları üretebilmesi için önce “düşmanla” yani Rh-pozitif kanla tanışması gerekir. Bu tanışma, yanlış kan nakliyle ya da en sık olarak Rh-negatif bir annenin Rh-pozitif bir bebek taşımasıyla olur. Bu duruma “duyarlanma” (sensitizasyon) denir ve gebelikteki “kan uyuşmazlığı” dediğimiz durumun temelini bu oluşturur.
Gebelikteki ‘kan uyuşmazlığı’ (Rh Uyuşmazlığı) nedir?
“Kan uyuşmazlığı” dendiğinde tıbbi olarak kastettiğimiz en ciddi ve önemli durum budur. Bu durum yalnızca belirli bir senaryoda ortaya çıkar.
- Anne: Rh-Negatif (Rh-)
- Baba: Rh-Pozitif (Rh+)
Bu durumda doğacak bebeğin Rh-pozitif (Rh+) olma ihtimali vardır (babanın genetiğine bağlı olarak %50 veya %100). Eğer Rh-negatif bir anne, Rh-pozitif bir bebek taşıyorsa, bir “uyuşmazlık” durumu söz konusudur. Bebeğin kanı annenin kanından farklı bir “bayrağa” (D antijenine) sahiptir.
Sorun genellikle ilk gebelikte ortaya çıkmaz. Gebelik boyunca anne ve bebeğin kan dolaşımları çoğunlukla ayrıdır. Ancak doğum sırasında, düşük yaparken, dış gebelikte veya gebelikte yaşanan bir kanama anında, bebeğe ait az miktardaki Rh-pozitif kan hücresi plasentayı geçerek annenin Rh-negatif kan dolaşımına karışabilir.
Annenin bağışıklık sistemi bu Rh-pozitif hücreleri (D bayraklı hücreleri) “yabancı bir istilacı” olarak algılar. Buna yanıt olarak bu D bayrağını yok etmek için ‘Anti-D’ antikorları (savunma askerleri) üretmeye başlar. Anne bir kez bu antikorları ürettiğinde, artık “duyarlanmış” (sensitize olmuş) olur ve bu antikorlar ömür boyu vücudunda kalır. İlk bebek genellikle bu yavaş gelişen bağışıklık yanıtından etkilenmez.
Kan uyuşmazlığı durumu bebeğe nasıl zarar verebilir?
Asıl tehlike ikinci veya sonraki gebeliklerde başlar. Eğer anne, ikinci kez Rh-pozitif bir bebeğe hamile kalırsa, vücudunda hazırda bekleyen ‘Anti-D’ antikorları, bu kez çok hızlı ve güçlü bir şekilde harekete geçer. Bu antikorlar (IgG tipindedirler) plasentayı kolayca geçerek doğrudan bebeğin kan dolaşımına girer ve bebeğin Rh-pozitif kan hücrelerine saldırıp onları yok etmeye başlar.
Bu saldırı, “Fetus ve Yenidoğanın Hemolitik Hastalığı” (HDFN) olarak bilinen ciddi bir duruma yol açar. Bu kelimenin tam anlamıyla bebeğin kanının kendi vücudu içinde parçalanmasıdır. Bu durumun sonuçları hafiften yaşamı tehdit ediciye kadar değişebilir.
En sık görülen etkileri şunlardır:
- Anemi (Kansızlık)
- Yenidoğan Sarılığı
- Karaciğer ve dalak büyümesi
- Kalp yetmezliği
- Genel vücut ödemi (Hidrops Fetalis)
- Anne karnında kayıp
Ağır kansızlık, bebeğin kalbinin yetmezliğe girmesine neden olur ve vücudun her yerinde sıvı birikmesiyle (Hidrops Fetalis) sonuçlanabilir ki bu yaşamı tehdit eden en ciddi tablodur.
Günümüzde Rh kan uyuşmazlığını önlemek mümkün mü?
Evet, kesinlikle mümkündür. Rh uyuşmazlığının önlenmesi, modern tıbbın en büyük başarı öykülerinden biridir. Çözüm, “Anti-D İmmün Globülin” (RhIg) adı verilen, halk arasında “kan uyuşmazlığı iğnesi” olarak bilinen koruyucu bir enjeksiyondur.
Bu iğne bir aşı gibi çalışır ama aslında pasif bir bağışıklamadır. İçeriği, hazır, konsantre ‘Anti-D’ antikorlarıdır.
Mantığı şudur: Rh-negatif anneye bu iğne yapıldığında, iğneyle verilen bu hazır antikorlar, annenin kan dolaşımına geçmiş olabilecek Rh-pozitif bebeğe ait kan hücrelerini, annenin kendi bağışıklık sistemi fark edip tepki vermeye fırsat bulamadan hızla bulur, onlara yapışır ve onları sessizce temizler.
Bu “temizlik operasyonu” sayesinde, annenin bağışıklık sistemi o “D bayrağını” hiçbir zaman görmemiş olur. Sonuç olarak annenin kendi Anti-D antikor fabrikası (hafıza hücreleri) hiçbir zaman kurulmaz ve anne “duyarlanmamış” olarak kalır. Bu sayede gelecekteki Rh-pozitif bebekleri için bir tehlike oluşturmaz.
Kan uyuşmazlığı iğnesi (RhIg) ne zaman yapılmalıdır?
Bu iğnenin zamanlaması, annenin duyarlanmasını önlemek için kritik öneme sahiptir. Rh-negatif bir annenin (eğer bebekten duyarlanma riski varsa) bu iğneyi olması gereken standart zamanlar ve durumlar vardır:
Bu durumlar şunları içerir:
- Gebeliğin 28. haftası (rutin koruma amaçlı)
- Rh-pozitif bir bebek doğurduktan sonra (ilk 72 saat içinde)
- Düşük (spontan abortus)
- Gebeliğin sonlandırılması (kürtaj)
- Dış gebelik tanısı veya tedavisi
- Gebelik sırasında vajinal kanama
- Amniyosentez veya Koryon Villus Biyopsisi (CVS)
- Karın bölgesine alınan ciddi darbeler
Tüp bebek (IVF) tedavisi görmek kan uyuşmazlığı riskini etkiler mi?
Tüp bebek yoluyla elde edilen bir gebeliğin, normal yolla elde edilen bir gebelikten kan uyuşmazlığı açısından bizzat gebeliğin kendisi bakımından bir farkı yoktur. Riskler aynıdır ve aynı önlemler (28. hafta ve doğum sonrası iğnesi) alınır.
Ancak tüp bebek sürecinin kendine özgü bazı aşamaları, Rh-negatif bir kadın için ek “duyarlanma” riski taşıyan anlar yaratabilir. Bu nedenle tüp bebek kliniklerinde bu konuya özel bir dikkat gösterilmesi gerekir.
En önemli aşama Oosit Toplama (OPU), yani yumurta toplama işlemidir. Bu işlem vajinal yoldan bir iğne ile yumurtalıklara girilerek yapılır. Her ne kadar minimal invaziv bir işlem olsa da bu sırada bir miktar iç veya vajinal kanama olması mümkündür.
Eğer Rh-negatif bir kadın, Rh-pozitif bir partnerle (veya Rh-pozitif bir sperm donörüyle) tedavi görüyorsa ve yumurta toplama işlemi yapılıyorsa, bu işlem sırasında teorik olarak bir “duyarlanma” riski vardır. Bu nedenle modern IVF pratiğinde, bu tür hastalara yumurta toplama işleminden sonraki 72 saat içinde koruyucu kan uyuşmazlığı iğnesinin (RhIg) yapılması standart ve güvenli bir yaklaşımdır.
Aynı şekilde tüp bebek tedavisi sonrası yaşanan düşükler veya dış gebelikler de normal gebeliklerde olduğu gibi, RhIg iğnesi yapılmasını gerektiren durumlardır.
Peki ya ABO kan grubu uyuşmazlığı nedir? Bu da tehlikeli midir?
Evet, bir de ABO uyuşmazlığı vardır. Bu durum Rh uyuşmazlığından çok daha yaygındır ancak neredeyse her zaman çok daha hafiftir.
ABO uyuşmazlığı, genellikle aşağıdaki senaryoda görülür.
- Anne: 0 kan grubu
- Bebek: A veya B kan grubu
Hatırlayacağınız gibi, 0 grubu annelerin kanında “doğal olarak” hem Anti-A hem de Anti-B antikorları bulunur. Bu antikorların IgG tipinde olanları plasentayı geçebilir ve bebeğin A veya B grubu kan hücrelerine saldırabilir.
Ancak bu saldırı, Rh uyuşmazlığındaki kadar şiddetli değildir. Bebeğin kan hücrelerindeki A ve B antijenleri, Rh (D) antijeni kadar güçlü bir bağışıklık tepkisi oluşturmaz.
ABO uyuşmazlığının en sık görülen belirtisi, bebeğin hayatının ilk 24 saati içinde başlayan yenidoğan sarılığıdır. Bu durum genellikle hastanede “fototerapi” (mavi ışık tedavisi) ile kolayca yönetilir. Bebeğin kan değişimi ihtiyacı veya anne karnında ciddi kansızlık gelişmesi (Hidrops Fetalis) ABO uyuşmazlığında neredeyse hiç görülmez.
‘0 kan grubu’ olanların yumurtalık rezervinin daha az olduğu iddiası doğru mu?
Bu hastalarımızdan en sık duyduğumuz sorulardan biridir ve yıllar önce medyaya yansıyan bazı araştırmalardan kaynaklanan yaygın bir endişedir.
Yaklaşık 10-15 yıl önce, Amerika’da yapılan bir araştırma, kısırlık tedavisi gören kadınlar arasında 0 kan grubuna sahip olanların, yumurtalık rezervinin azaldığını gösteren bir kan hormonu olan FSH düzeylerinin yüksek olma olasılığının, A grubuna sahip olanlara göre iki kat daha fazla olduğunu öne sürdü. Bu bulgu, 0 kan grubunun “erken yumurtalık yaşlanması” için bir risk faktörü olabileceği hipotezini doğurdu ve büyük yankı uyandırdı.
Ancak bilim, tek bir çalışmayla sonuca varmaz. Bu çalışmanın ardından, dünyanın farklı yerlerinde çok daha büyük hasta gruplarıyla yeni araştırmalar yapıldı.
Bilim bu ‘kan grubu ve kısırlık’ iddiası hakkında şimdi ne diyor?
Sonraki çalışmaların sonuçları, ilk bulgularla çelişmeye başladı. Örneğin Çin’de on binlerce kadını içeren çok büyük bir çalışma, tam tersi bir sonuç buldu: 0 kan grubunun koruyucu olduğunu, B veya AB kan grubuna sahip olmanın ise azalmış yumurtalık rezervi ile ilişkili olduğunu öne sürdü.
Birbiriyle bu kadar zıt sonuçların çıkması, bilim insanlarına genellikle tek bir şeyi düşündürür: Muhtemelen, bulunan bu zayıf ilişkiler kan grubunun kendisinden değil araştırma yapılan popülasyonların etnik kökenleri gibi hesaba katılmamış başka genetik faktörlerden (karıştırıcı değişkenlerden) kaynaklanmaktadır.
Bu konudaki son sözü, 2017 yılında yayınlanan büyük bir sistematik derleme ve meta-analiz söyledi. Meta-analizler, o konuda yapılmış güvenilir tüm çalışmaları bir araya getiren ve verileri toplu olarak analiz eden en güçlü bilimsel kanıt düzeyidir.
Bu büyük analiz, 55.000’den fazla kadının verilerini inceledi ve şu net sonuca vardı: Kadınların ABO kan grubu (A, B, AB veya 0) ile yumurtalık rezervleri arasında istatistiksel olarak anlamlı hiçbir ilişki yoktur. Bu sonuç, yumurtalık rezervini ölçmek için ister FSH hormonu isterse çok daha güvenilir ve şu anki altın standart belirteç olan AMH hormonu kullanılsın, değişmedi.
Yumurtalık rezervinizi değerlendirirken hangi testlere güvenmeliyiz?
Bir tüp bebek uzmanı olarak bir kadının doğurganlık potansiyelini ve tedaviye vereceği yanıtı değerlendirirken, bilimsel olarak kanıtlanmış, güvenilir ve güçlü belirteçlere dayanırız. Kan grubunuz bu belirteçlerden biri değildir.
Hastalarımıza, internette okudukları ve endişe yaratan bu tür çelişkili bilgilere takılmamalarını, bunun yerine gerçek klinik tabloya odaklanmamız gerektiğini anlatırız. Yumurtalık rezervinizi anlamak için güvendiğimiz başlıca ve gerçek testler şunlardır:
- AMH (Anti-Müllerian Hormon) kan testi
- Antral Folikül Sayımı (Ultrason)
- Bazal FSH hormonu
Sonuç olarak: 0 kan grubuna sahip olmanız, yumurtalıklarınızın daha az olduğu veya doğurganlığınızın düşük olduğu anlamına gelmez. Tedavi planınız veya başarı şansınız hakkında bir öngörüde bulunmaz.
Kan grubum tüp bebek tedavimin başarısını (embriyo kalitesi, tutunma) etkiler mi?
Bu yumurtalık rezervinden farklı bir sorudur: “Acaba 0 grubuyum diye embriyolarım daha mı kalitesiz olur veya tutunma şansım daha mı az olur?”
Bu konudaki bilimsel kanıtlar da son derece açıktır: Hayır, etkilemez.
Çok sayıda geriye dönük çalışma, tüp bebek tedavisinin kilit aşamalarında A, B, AB ve 0 kan grubu kadınlar arasında hiçbir fark olmadığını defalarca göstermiştir. Kan grubunuzun şunlar üzerinde bir etkisi yoktur.
- Kullanılan toplam hormon dozu
- Yumurta geliştirme (stimülasyon) süresi
- Toplanan toplam yumurta sayısı
- Olgun yumurta oranı
- Döllenme (fertilizasyon) oranları
- Embriyo kalitesi
- Klinik gebelik oranları
- Canlı doğum oranları
Yani kan grubunuzun tedaviye verdiğiniz yanıtı veya embriyo kalitenizi belirleyici bir etkisi bulunmamaktadır. Tedavi protokolleriniz kan grubunuza göre planlanmaz.
Eşlerin kan grubu kombinasyonunun tüp bebekte bir önemi var mı?
Bu özellikle ABO sistemi açısından ele alınan başka bir hipotezdir. Yıllar boyunca, çiftler arasında ABO uyuşmazlığının (örneğin 0 grubu kadın ve A grubu erkek) rahim ağzı sıvısında sperm antikorlarına yol açarak kısırlığa neden olabileceği öne sürülmüştür. Ancak tüp bebek tedavisi, yumurta ve sperm laboratuvarda döllendiği için bu teorik engeli zaten aşmaktadır.
Peki ya embriyonun rahme tutunması (implantasyon) aşaması? Çoğu çalışma, bu aşamada da ebeveynlerin kan grubu kombinasyonunun gebelik veya canlı doğum oranları üzerinde bir etkisi olmadığını göstermiştir.
Ancak bu konuda tek bir istisnai bulgu mevcuttur. 2022’de Çin’de 30.000’den fazla tüp bebek çiftini inceleyen devasa bir çalışma, çok ilginç ve spesifik bir sonuç bildirdi:
Hem annenin hem de babanın AB kan grubuna (AB/AB çiftleri) sahip olduğu durumlarda, diğer tüm kan grubu kombinasyonlarına kıyasla canlı doğum oranları istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksekti.
Bu durumun embriyo kalitesiyle bir ilgisi bulunmadı; bu da etkinin muhtemelen rahme tutunma aşamasında gerçekleştiğini düşündürdü. Teorik açıklama, AB grubu bir annenin kanında doğal Anti-A veya Anti-B antikorları olmamasıdır. Bu “immünolojik olarak sakin” durumun, embriyonun kabul edilmesini kolaylaştırıyor olabileceğidir.
Ancak bu tek bir çalışmanın bulgusudur ve belirli bir etnik popülasyonda yapılmıştır. Bilimde, bu tür bulguların genellenebilir olması için başka çalışmalarda da doğrulanması gerekir. Dolayısıyla bu ilginç bir araştırma notu olsa da şu anda klinik pratiğimizi veya çiftlere verdiğimiz başarı şansı öngörülerini değiştiren bir bilgi değildir.
