“Tehlikeli kadın hastalıkları” ifadesi, ilk başta korkutucu gelebilir. Ancak bu terim, genellikle bir kadının anne olma hayalini, yani doğurganlığını doğrudan tehdit eden veya gebelik sürecini riske atan durumları kapsar. Bu hayatı tehdit eden bir kanser olabileceği gibi, hamile kalmayı zorlaştıran bir çikolata kisti veya miyom da olabilir. Modern tıp, özellikle de tüp bebek teknolojileri, bu “tehlikeleri” aşmak için bize inanılmaz olanaklar sunuyor. Artık en zorlu durumlarda bile, doğru teşhis ve kişiye özel tedavi planlarıyla umutsuzluğa kapılmak yerine, çözüme odaklanabiliyoruz. Bu hastalıkların doğurganlık üzerindeki etkilerini ve bu engelleri aşmak için hangi yolları izlediğimizi anlamak, bu zorlu yolculuktaki en önemli ilk adımdır.

Kanser Teşhisi Aldım, Gelecekte Çocuk Sahibi Olma Şansım Tehlikede mi?

Kanser teşhisi, şüphesiz hayatın en sarsıcı anlarından biridir. Bu süreçte öncelik her zaman hayat kurtarıcı tedaviyi bir an önce başlatmaktır. Ancak özellikle genç ve henüz ailesini tamamlamamış kadınlar için akla hemen şu soru gelir: “Tedaviden sonra anne olabilecek miyim?” Bu son derece haklı bir endişedir çünkü kanserle savaşmak için kullandığımız en güçlü silahlar olan kemoterapi, radyoterapi (ışın tedavisi) ve cerrahi, maalesef üreme organlarına da zarar verebilir. İşte bu noktada onkoloji (kanser bilimi) ve üreme tıbbı bir araya gelerek “onkofertilite” yani “kanser ve doğurganlık koruma” alanını oluşturur.

Temel mesele, tedavinin yumurtalık rezervi ve rahim sağlığı üzerindeki olumsuz etkileridir. Bu etkilerin nasıl ortaya çıktığını anlamak, doğru koruma stratejisini seçmemize yardımcı olur.

Kemoterapinin Etkisi: Kemoterapi ilaçları, hızla bölünen kanser hücrelerini yok etmek üzere tasarlanmıştır. Ancak vücudumuzda hızla bölünen başka hücreler de vardır ve yumurtalıklarımızdaki yumurta hücreleri de bu ilaçlardan etkilenir. Bu ilaçlar, yumurtalıkların içindeki değerli yumurta havuzuna doğrudan zarar vererek bu havuzu küçültür. Bu durumu yumurta rezervinizi bir “yumurta bankası” gibi düşünürseniz, kemoterapinin bu bankadan kontrolsüz bir şekilde “yumurta çekmesi” olarak hayal edebilirsiniz. Hasarın boyutu; kullanılan ilacın türüne, dozuna ve en önemlisi de hastanın tedavi sırasındaki yaşına bağlıdır. Tedaviye daha düşük bir yumurta rezerviyle başlayan ileri yaştaki kadınlarda, tedavi sonrası erken menopoz ve kalıcı kısırlık riski daha yüksektir. Genç hastalar ise bir süre daha yumurtalık fonksiyonlarını koruyabilseler de menopoza çok daha erken girerek çocuk sahibi olmak için sahip oldukları zaman dilimini önemli ölçüde kaybedebilirler.

Radyoterapinin Etkisi: Özellikle leğen kemiği (pelvis) bölgesine uygulanan ışın tedavisi, doğurganlık üzerinde çifte olumsuz etkiye sahiptir. Birincisi, tıpkı kemoterapi gibi, yumurtalıklardaki yumurta hücrelerine karşı son derece yıkıcıdır. İkincisi ise rahme ciddi ve kalıcı zararlar verebilir. Radyasyonun rahim üzerindeki bazı olası etkileri şunlardır:

  • Rahim kaslarında sertleşme ve esneklik kaybı
  • Rahim damarlarında hasar ve kan akışında azalma
  • Rahim iç zarının incelmesi
  • Gelecekteki gebeliklerde artan düşük riski
  • Erken doğum tehlikesi

Bu durum rahmin bir bebeği 9 ay boyunca taşıma ve büyütme kapasitesini azaltır.

Cerrahinin Etkisi: Jinekolojik kanserlerin cerrahi tedavisinde bazen her iki yumurtalığın (bilateral ooferektomi) veya rahmin (histerektomi) tamamen alınması gerekebilir. Bu durumlar doğal yollarla hamile kalma ve gebeliği taşıma olasılığını ortadan kaldırır.

Bu zorlu denklemde zaman en kritik faktördür. Onkoloji doktoru, kanserin türüne ve hızına bağlı olarak tedaviyi bir gün bile geciktirmek istemezken, üreme sağlığı uzmanı, yumurta dondurma gibi en etkili doğurganlık koruma yöntemleri için yaklaşık iki haftalık bir zamana ihtiyaç duyar. İşte bu noktada agresif ve hızla ilerleyen bir tümör, bize sadece birkaç gün tanıyabilir. Böyle acil durumlarda, hormonal uyarım gerektirmeyen ve hemen uygulanabilen yumurtalık dokusu dondurma (OTC) gibi yöntemler ön plana çıkar. Daha yavaş ilerleyen, erken evre bir kanser ise bize yumurta veya embriyo dondurmak için gereken değerli zamanı tanıyabilir. Bu nedenle doğurganlığın korunması, tedavi sonrası düşünülecek bir konu değil teşhis anında onkoloji ve üreme tıbbı ekiplerinin birlikte hareket ederek, hastanın tıbbi durumu ve kişisel istekleri doğrultusunda karar vermesi gereken acil bir süreçtir.

Yumurtalık Kanserinde Doğurganlık Nasıl Korunur?

Erken evre ve sadece tek bir yumurtalıkta sınırlı olan yumurtalık kanseri teşhisi konan bazı genç hastalarda, doğurganlık koruyucu cerrahi (FSS) bir seçenek olabilir. Bu yaklaşımda kanserli yumurtalık alınırken rahim ve sağlıklı olan diğer yumurtalık yerinde bırakılır. Bu sayede kadın gelecekte hamile kalma potansiyelini anatomik olarak korumuş olur. Ancak bu başarılı ameliyata rağmen, sonrasında uygulanabilecek koruyucu kemoterapi, kalan tek yumurtalığın sağlığını tehdit edebilir ve erken menopoza yol açabilir.

Bu nedenle tedavi öncesi danışmanlık hayati önem taşır. Hastalar, herhangi bir tıbbi müdahale başlamadan önce mevcut tüm doğurganlık koruma seçenekleri hakkında bilgilendirilmelidir. Rahim korunmuşsa, tedavi sonrası dondurulmuş yumurtalar veya embriyolar kullanılarak yapılacak bir tüp bebek (IVF) tedavisi, anne olmanın birincil yoludur. Bazen kanser teşhisinin aciliyeti, yumurta dondurma için gereken yaklaşık iki haftalık yumurtalık uyarım sürecine izin vermez. Böyle durumlarda, tedavi sonrası seçenekler hakkında dürüstçe konuşmak gerekir.

Rahim veya Rahim Duvarı Kanserinde Doğurganlık Korunabilir mi?

Rahim duvarı (endometrium) kanserinin standart tedavisi, rahmin tamamen alınmasıdır (histerektomi) ve bu da kalıcı kısırlığa neden olur. Ancak çocuk sahibi olmayı şiddetle arzu eden, çok genç ve hastalığı en erken evrede (Evre 1A, Grade 1) olan özenle seçilmiş bir hasta grubunda, koruyucu tedavi düşünülebilir. Bu yaklaşımın standart bir tedavi olmadığını ve potansiyel riskleri hakkında hastanın çok detaylı bir şekilde bilgilendirilmesi gerektiğini vurgulamak önemlidir.

Kanıtlar, önce histeroskopi ile kanserli dokunun cerrahi olarak temizlenmesi ve ardından hormonlu spiral yerleştirilmesinin, hastaların daha sonra hamile kalma ve doğum yapma şansını artırdığını göstermektedir. Bu koruyucu tedavi süresince hastalar, hastalığın durumunu izlemek için her 3 ila 6 ayda bir rahim içinden parça alınarak (endometrial biyopsi) çok sıkı bir şekilde takip edilmelidir. Hastalığın tamamen gerilediği belgelendiğinde, hastanın vakit kaybetmeden hamile kalmaya çalışması teşvik edilir. Altta yatan doğurganlık sorunları ve hastalığın nüksetme riskinden önce gebeliğin elde edilmesi gerekliliği göz önüne alındığında, tüp bebek (IVF) genellikle en hızlı ve en etkili yoldur. Çocuk sahibi olma süreci tamamlandıktan sonra ise genellikle rahmin ve yumurtalıkların tamamen alınması önerilir.

Rahim Ağzı Kanserinde Doğurganlığı Korumak İçin Hangi Yöntemler Kullanılır?

Erken evre rahim ağzı (serviks) kanseri teşhisi konan kadınlar için rahmi korurken kanseri tedavi etmeye yönelik cerrahi seçenekler mevcuttur. Bu doğurganlık koruyucu prosedürler, hastalığın yaygınlığına göre seçilir.

  • Konizasyon
  • LLETZ (rahim ağzının bir kısmının döngü şeklinde çıkarılması)
  • Radikal trakelektomi

Radikal trakelektomi, daha ileri ancak hala erken evre kabul edilen tümörler için uygulanan karmaşık bir ameliyattır. Bu işlemde cerrah, rahim ağzını, vajinanın üst kısmını ve etrafındaki destek dokularını çıkarır, ancak rahmin kendisini (fundus) yerinde bırakır. Rahmin kalan kısmına, gelecekteki bir gebeliği desteklemek için kalıcı bir dikiş (serklaj) atılır. Bu ameliyat, gebelik taşıma yeteneğini başarıyla korusa da ikinci trimester düşüğü ve erken doğum riskini artırır. Kalıcı dikiş nedeniyle doğumun mutlaka sezaryen ile yapılması gerekir.

Eğer tedavinin bir parçası olarak pelvik radyoterapi (ışın tedavisi) gerekiyorsa, bu durum yumurtalık fonksiyonları için doğrudan bir tehdit oluşturur. Bu vakalarda, radyoterapi başlamadan önce yumurtalıkların yerinin değiştirilmesi (ovaryan transpozisyon veya ooforopeksi) adı verilen bir işlem yapılabilir. Bu yumurtalıkların cerrahi olarak karın içinde daha yukarı, planlanan radyasyon alanının dışına taşınıp sabitlenmesi işlemidir. Bu sayede hormonal fonksiyonlar ve içindeki yumurtaların canlılığı korunabilir. Bu işlemden sonra hamile kalmak için tüp bebek tedavisi gerekir, çünkü fallop tüpleri artık yumurtayı yakalamak için normal anatomik pozisyonunda değildir. Yumurtalar, karından yapılan özel bir ultrason eşliğinde iğne ile toplanır.

Çikolata Kisti (Endometriozis) Hamile Kalmama Neden Engel Oluyor?

Endometriozis, yani halk arasında bilinen adıyla çikolata kisti, rahim içini döşeyen endometrium dokusunun rahim dışında, genellikle yumurtalıklarda, tüplerde veya karın içindeki diğer organlarda bulunmasıyla karakterize, kronik ve östrojen hormonuna bağlı bir iltihabi hastalıktır. Kısırlığın önde gelen nedenlerinden biridir ve bu sorunu yaşayan kadınların yaklaşık %30-50’sini etkiler. Endometriozisin doğurganlığı bozma mekanizmaları oldukça karmaşıktır ve basit bir mekanik engelden çok daha fazlasını içerir:

Endometriozisin kısırlığa yol açmasının başlıca yolları şunlardır:

  • Anatomik Bozulma: İleri evrelerde hastalık, karın içinde ciddi yapışıklıklara ve yara dokusuna neden olabilir. Bu yapışıklıklar tüplerin ve yumurtalıkların normal ilişkisini bozarak, yumurtanın tüp tarafından yakalanmasını engelleyebilir. Yumurtalıklarda oluşan çikolata kistleri (endometriomalar), sağlıklı yumurtalık dokusuna zarar vererek yumurta gelişimini ve yumurtlamayı olumsuz etkileyebilir.
  • İltihabi Ortam: Endometriozis, karın içinde sürekli bir iltihabi ortam yaratır. Bu bölgedeki sıvıda, sperm, yumurta ve embriyo için zehirli (toksik) olabilen iltihap hücreleri ve molekülleri yüksek seviyelerde bulunur:
  • Hormonal ve Bağışıklık Sorunları: Hastalık, beyin ve yumurtalıklar arasındaki hormonal dengeyi bozabilir. Ayrıca rahim iç zarında progesteron hormonuna karşı bir direnç durumu yaratarak embriyonun rahme tutunmasını (implantasyon) zorlaştırır.
  • Düşük Yumurta Kalitesi: Kronik iltihaplanma ve oksidatif stres, yumurtanın içinde geliştiği folikül sıvısına kadar ulaşarak yumurtanın kalitesini ve gelişim potansiyelini düşürebilir.

Tüp bebek (IVF) tedavisi, endometriozise bağlı kısırlık için son derece etkili bir yöntemdir çünkü bu patolojik engellerin birçoğunu “bypass” etmek, yani devre dışı bırakmak üzere tasarlanmıştır. Örneğin tüplerdeki yapışıklıklar artık bir sorun olmaktan çıkar çünkü yumurta laboratuvarda döllenir ve embriyo doğrudan rahme yerleştirilir. “Dondur-çöz” stratejisi, yani tüm embriyoların dondurulup daha sonraki bir ayda, vücudun hormon ilaçlarından arındığı daha doğal bir ortamda rahme transfer edilmesi, progesteron direnci ve iltihaplanmanın olumsuz etkilerini azaltarak tutunma şansını artırır. Modern tüp bebek teknolojisi, endometriozisin yarattığı pek çok engeli aşarak, klinik odağı karın içindeki düşmanca ortamdan ziyade, kaliteli bir embriyo elde etmeye kaydırmıştır. Bu nedenle optimize edilmiş protokollerle endometriozisli kadınlarda elde edilen canlı doğum oranları, artık bu hastalığa sahip olmayan kadınların oranlarına oldukça yakındır.

Adenomyozis Nedir ve Tüp Bebeği Nasıl Etkiler?

Adenomyozis, rahim iç zarını oluşturan dokuların (endometrial bezler ve stroma) rahmin kas tabakasının (myometrium) içine doğru büyümesiyle karakterize bir durumdur. Eskiden daha az bilinen bu hastalık, günümüzde kısırlık, tekrarlayan gebelik kayıpları ve tüp bebek başarısızlıklarının önemli bir nedeni olarak kabul edilmektedir.

Adenomyozis, doğurganlığı temel olarak rahim ortamını ve rahim iç zarının fonksiyonunu bozarak etkiler. Rahim kas tabakasının normal yapısını bozar ve anormal, düzensiz kasılmalara yol açar. Bu istemsiz kasılmalar, hem spermin rahime doğru ilerlemesini zorlaştırabilir hem de embriyonun rahme sağlam bir şekilde tutunmasına engel olabilir. Ayrıca rahim duvarında yarattığı lokal iltihabi durum embriyonun tutunması için gerekli olan genlerin ve proteinlerin yapısını bozarak rahim içini “misafirperver olmayan” bir hale getirir.

Yapılan çalışmalar adenomyozisi olan kadınların tüp bebek tedavilerinde, olmayanlara kıyasla daha düşük hamilelik, daha düşük tutunma ve daha düşük canlı doğum oranlarına sahip olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda düşük riski de önemli ölçüde daha yüksektir. Bu nedenle adenomyozisin rahim ortamı üzerindeki bu derin olumsuz etkisi nedeniyle, embriyo transferinden önce bir ön tedavi uygulanması önerilir. En etkili yaklaşım dondurulmuş embriyo transferi öncesinde 2 ila 6 ay süreyle GnRH agonisti adı verilen iğnelerin kullanılmasıdır. Bu tedavi, vücudu geçici olarak menopoza benzer bir duruma sokarak adenomyozis odaklarını baskılar, iltihabı azaltır ve anormal kasılmaları durdurur. Bu “rahim dinlendirme” tedavisi, embriyonun tutunması için çok daha elverişli bir ortam yaratarak gebelik şansını önemli ölçüde artırır.

Miyomlarım Varsa ve Hamile Kalamıyorsam Ne Yapmalıyım?

Miyomlar (leiomyomlar), rahimin iyi huylu düz kas tümörleridir ve kadınlarda en sık görülen pelvik tümörlerdir. Çoğu miyom belirti vermese de doğurganlık üzerindeki etkileri; sayılarına, boyutlarına ve en önemlisi de rahim içindeki konumlarına bağlıdır.

Miyomların hamileliği engelleme mekanizmaları şunlardır:

  • Mekanik Engel: Rahim boşluğuna doğru büyüyen miyomlar, rahimin şeklini bozarak embriyonun tutunmasını fiziksel olarak engelleyebilir veya erken bir gebeliği bozabilir.
  • Kan Akışı ve Kasılma Sorunları: Rahim duvarı içindeki büyük miyomlar, normal rahim kasılmalarını etkileyebilir ve üzerlerindeki rahim zarına ve gelişen embriyoya giden kan akışını bozarak tutunma başarısızlığı veya düşük riskini artırabilir.
  • İltihabi Etki: Miyomların varlığı, rahim içinde kronik bir iltihaplanmaya neden olarak embriyonun tutunmasını zorlaştırabilir.

Kısırlık bağlamında miyomların tedavisi tamamen konumlarına göre belirlenir. Bu yüzden miyomların tiplerini bilmek önemlidir.

  • Submuköz Miyomlar: Rahim iç zarına en yakın yerden kaynaklanan ve rahim boşluğuna doğru büyüyen miyomlardır. Hamilelik oranlarını ve tutunmayı azalttıkları, düşük oranlarını ise artırdıkları kesin olarak kanıtlanmıştır. Tüp bebek tedavisine başlamadan önce histeroskopik miyomektomi adı verilen kapalı bir ameliyatla alınmaları standart bir yaklaşımdır ve üreme sonuçlarını iyileştirdiği gösterilmiştir.
  • İntramural Miyomlar: Rahmin kas duvarının içinde yer alan miyomlardır. Eğer rahim boşluğunun şeklini bozacak kadar büyüklerse, submüköz miyomlar gibi olumsuz etki gösterirler ve alınmaları gerekir. Boşluğu bozmayanların durumu daha tartışmalıdır. Ancak özellikle 4-5 cm’den büyük olanların, kan akışını ve kasılmaları bozarak doğurganlığı azalttığı düşünülmektedir ve cerrahi olarak çıkarılmaları düşünülebilir.
  • Subseröz Miyomlar: Rahmin dış yüzeyinde büyüyen miyomlardır. Rahim boşluğuna baskı yapmadıkları için doğurganlık veya tüp bebek sonuçları üzerinde önemli bir etkileri olmadığı kabul edilir. Bu nedenle sadece doğurganlığı artırmak amacıyla cerrahi olarak çıkarılmaları genellikle önerilmez.

Bu tür yapısal rahim problemlerinde, 3D ultrason veya MRG gibi ileri görüntüleme yöntemleri, sadece teşhis koymakla kalmaz, aynı zamanda tüp bebek öncesi yol haritamızı belirleyen kritik araçlardır. Görüntüleme sonuçlarına göre hasta üç yoldan birine yönlendirilir: (1) doğrudan tüp bebek tedavisine başla, (2) önce ameliyat ol, sonra tüp bebek tedavisine geç, veya (3) önce hormon baskılayıcı tedavi al, sonra tüp bebek tedavisine geç.

Tüplerim Tıkalıysa Hamile Kalmam Mümkün mü?

Tüp faktörüne bağlı kısırlık, tüm kadın kısırlığı vakalarının yaklaşık %25-35’ini oluşturur ve fallop tüplerinin işlevini bozan veya tıkayan bir dizi sorunu kapsar. Bu durumda tüp bebek tedavisi, sadece bir tedavi seçeneği değil hasarlı veya işlevsiz anatomiyi tamamen bypass eden kesin bir teknolojik çözümdür.

Tüplere en sık zarar veren durum genellikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların neden olduğu Pelvik İnflamatuar Hastalık (PID)’tır. Enfeksiyona karşı vücudun verdiği iltihabi yanıt, tüplerde kalıcı hasara yol açar. Bu hasar, tüpün tamamen tıkanmasına ve daha da önemlisi, yumurtayı yakalayıp rahme taşıyan hassas, tüy benzeri yapıların (silia) yok olmasına neden olur. PID’nin en ciddi sonuçlarından biri, hidrosalpinks oluşumudur. Bu durumda tüpün ucu tıkanır ve içi steril, iltihaplı bir sıvıyla dolarak şişer.

Tüpleri tıkalı veya hasarlı kadınlar için tüp bebek tedavisi, tedavinin temel taşıdır. Çünkü normalde tüplerde gerçekleşen yumurtanın yakalanması, spermle döllenmesi ve embriyonun rahme yolculuğu gibi tüm aşamalar, laboratuvar ortamında gerçekleştirilir. Elde edilen embriyo, tıkalı tüpleri tamamen atlayarak doğrudan rahmin içine yerleştirilir.

Ancak hidrosalpinks varlığı tüp bebek başarısı için ciddi bir engeldir. Tüpün içinde biriken bu sıvının, embriyo için zehirli (embriyotoksik) olduğu ve rahim içine geri sızarak embriyonun tutunmasını engellediği kanıtlanmıştır. Bu sıvı, aynı zamanda transfer edilen embriyoyu mekanik olarak rahimden dışarı “yıkayabilir”. Bu nedenle ultrasonda gözle görülebilen bir hidrosalpinks varlığında, embriyo transferi yapılmadan önce bu sorunun cerrahi olarak çözülmesi kesin bir standarttır. Tercih edilen prosedür, hasarlı tüpün laparoskopik (kapalı) ameliyatla tamamen çıkarılmasıdır (salpenjektomi). Bu teknolojik olarak gelişmiş tüp bebek tedavisinin başarılı olabilmesi için atılması gereken hayati bir ilk adımdır.

Polikistik Over Sendromu (PCOS) Nedeniyle Hamile Kalamıyorsam Tüp Bebek Bir Çözüm mü?

Polikistik Over Sendromu (PCOS), yumurtlama bozukluklarının en sık görülen nedenidir ve karmaşık bir hormonal sorundur. Bu sendromun temel özellikleri şunlardır:

  • Yumurtlama düzensizliği veya yokluğu
  • Kanda erkeklik hormonlarının (androjen) yüksekliği veya buna bağlı belirtiler (tüylenme, sivilce)
  • Ultrasonda çok sayıda küçük yumurta kesesi (folikül) görülmesi

PCOS’lu kadınlar, tüp bebek tedavisinde özel bir grup oluşturur. Yumurtalıklarında çok sayıda folikül bulunduğu için, yumurtalıkları uyarıcı hormon ilaçlarına aşırı yanıt verme ve Ovaryan Hiperstimülasyon Sendromu (OHSS) adı verilen tehlikeli bir durum geliştirme riskleri çok yüksektir. OHSS, karında sıvı toplanması, nefes darlığı ve kan pıhtılaşması gibi ciddi sorunlara yol açabilen, tedavinin neden olduğu bir komplikasyondur.

Bu nedenle PCOS’lu hastalarda güvenlik odaklı özel protokoller kullanmak bir tercih değil bir zorunluluktur. Günümüzde bu riski neredeyse tamamen ortadan kaldıran standart yaklaşım GnRH antagonist protokolü ile birlikte agonist (Lupron gibi) tetikleme yöntemidir. Bu protokolde, yumurtaları olgunlaştırmak için kullanılan son iğne (“çatlatma iğnesi”), standart hCG yerine bir GnRH agonisti ile yapılır. Bu ilaç, vücudun kendi LH hormonunda kısa ve fizyolojik bir artışa neden olur. Bu artış yumurtaları olgunlaştırmak için yeterlidir, ancak etkisi çok çabuk geçtiği için OHSS’ye neden olan zincirleme reaksiyonu başlatmaz. Bu yaklaşım genellikle “dondur-çöz” stratejisi ile birleştirilerek PCOS’lu hastalarda tüp bebek tedavisini son derece güvenli ve başarılı hale getirmiştir. Bu hastalar genellikle çok sayıda yumurta ürettikleri için, doğru protokollerle tedavi edildiklerinde canlı doğum oranları oldukça yüksektir.

Tekrarlayan Düşüklerimin Sebebi Ne Olabilir ve Tüp Bebek Yardımcı Olur mu?

İki veya daha fazla gebeliğin düşükle sonuçlanması durumu tekrarlayan gebelik kaybı (RPL) olarak tanımlanır. Bu çiftler için son derece yıpratıcı bir süreçtir. Yapılan standart testlerle bazı nedenler ortaya konulabilse de vakaların yaklaşık yarısında belirgin bir sebep bulunamaz. İşte bu “açıklanamayan” vakaların önemli bir kısmında altta yatan neden, embriyolardaki genetik anormalliklerdir.

İnsan üremesi doğası gereği verimsiz bir süreçtir ve ilk üç aydaki düşüklerin yarısından fazlasının nedeni, embriyodaki kromozom sayısının yanlış olmasıdır (anöploidi). Bu genellikle tesadüfi bir hata olsa da bazı çiftlerde sürekli olarak genetik olarak anormal embriyolar üretme eğilimi vardır. Özellikle ileri kadın yaşı, bu durumun en önemli risk faktörüdür.

Tekrarlayan düşük yaşayan çiftlerin küçük bir kısmında (%2-5) ise ebeveynlerden birinde dengeli translokasyon adı verilen bir kromozomal yeniden düzenleme bulunur. Taşıyıcı kişi sağlıklıdır çünkü genetik materyal miktarı doğrudur, sadece yeri değişiktir. Ancak sperm veya yumurta üretimi sırasında, dengesiz kromozom setlerine sahip üreme hücreleri oluşturma olasılıkları yüksektir. Bu hücrelerle oluşan embriyolar, kaçınılmaz olarak düşükle sonuçlanır.

Preimplantasyon Genetik Tanı (PGT) ile birleştirilmiş tüp bebek tedavisi, tekrarlayan düşüklerin genetik nedenleri için hem bir teşhis hem de bir tedavi aracı sunar. Bu teknoloji, embriyolar rahme transfer edilmeden önce genetik olarak analiz edilmelerini sağlar.

PGT-A (Anöploidi için Preimplantasyon Genetik Test), embriyoların kromozom sayısının doğru olup olmadığını (46,XX veya 46,XY) kontrol eder. Açıklanamayan tekrarlayan düşükleri olan ve altta yatan nedenin sürekli anormal embriyo üretimi olduğundan şüphelenilen çiftler için PGT-A, oyunun kurallarını değiştirir. Sadece genetik olarak normal (öploid) embriyoların transfer edilmesini sağlayarak, düşük oranını çarpıcı bir şekilde azaltır ve transfer başına canlı doğum oranını önemli ölçüde artırır. PGT-A, artık bu zorlu durum için son çare değil en olası nedeni doğrudan hedef alan, kanıta dayalı birincil bir müdahale olarak konumlanmaktadır. Bu yöntem “neden sürekli düşük yapıyorum?” sorusuna bir cevap verirken, aynı zamanda sağlıklı bir gebeliğe ulaşmak için en güvenilir yolu sunar.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

2nd Opinion
Phone
WhatsApp
WhatsApp
Phone
2nd Opinion